﴿وَإِن مَّا نُرِیَنَّكَ بَعۡضَ ٱلَّذِی نَعِدُهُمۡ أَوۡ نَتَوَفَّیَنَّكَ فَإِنَّمَا عَلَیۡكَ ٱلۡبَلَـٰغُ وَعَلَیۡنَا ٱلۡحِسَابُ ٤٠ أَوَلَمۡ یَرَوۡا۟ أَنَّا نَأۡتِی ٱلۡأَرۡضَ نَنقُصُهَا مِنۡ أَطۡرَافِهَاۚ وَٱللَّهُ یَحۡكُمُ لَا مُعَقِّبَ لِحُكۡمِهِۦۚ وَهُوَ سَرِیعُ ٱلۡحِسَابِ ٤١ وَقَدۡ مَكَرَ ٱلَّذِینَ مِن قَبۡلِهِمۡ فَلِلَّهِ ٱلۡمَكۡرُ جَمِیعࣰاۖ یَعۡلَمُ مَا تَكۡسِبُ كُلُّ نَفۡسࣲۗ وَسَیَعۡلَمُ ٱلۡكُفَّـٰرُ لِمَنۡ عُقۡبَى ٱلدَّارِ ٤٢ وَیَقُولُ ٱلَّذِینَ كَفَرُوا۟ لَسۡتَ مُرۡسَلࣰاۚ قُلۡ كَفَىٰ بِٱللَّهِ شَهِیدَۢا بَیۡنِی وَبَیۡنَكُمۡ وَمَنۡ عِندَهُۥ عِلۡمُ ٱلۡكِتَـٰبِ ٤٣﴾ [الرعد ٤٠-٤٣]
قوله عزّ وجلّ:
﴿وَإنْ ما نُرِيَنَّكَ بَعْضَ الَّذِي نَعِدُهم أو نَتَوَفَّيَنَّكَ فَإنَّما عَلَيْكَ البَلاغُ وعَلَيْنا الحِسابُ﴾ ﴿أوَلَمْ يَرَوْا أنّا نَأْتِي الأرْضَ نَنْقُصُها مِن أطْرافِها واللهُ يَحْكُمُ لا مُعَقِّبَ لِحُكْمِهِ وهو سَرِيعُ الحِسابِ﴾ ﴿وَقَدْ مَكَرَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ فَلِلَّهِ المَكْرُ جَمِيعًا يَعْلَمُ ما تَكْسِبُ كُلُّ نَفْسٍ وسَيَعْلَمُ الكُفّارُ لِمَن عُقْبى الدارِ﴾ ﴿وَيَقُولُ الَّذِينَ كَفَرُوا لَسْتَ مُرْسَلا قُلْ كَفى بِاللهِ شَهِيدًا بَيْنِي وبَيْنَكم ومَن عِنْدَهُ عِلْمُ الكِتابِ﴾
"إنْ" شَرْطٌ دَخَلَتْ عَلَيْها "ما"، وهي قَبْلَ الفِعْلِ، فَصارَتْ بَعْدُ في ذَلِكَ بِمَنزِلَةِ اللامِ المُؤَكِّدَةِ في القِسْمِ الَّتِي تَكُونُ قَبْلَ الفِعْلِ في قَوْلِكَ: "واللهِ لَتَخْرُجَنَّ"، فَلِذَلِكَ يَحْسُنُ أنْ تَدْخُلَ النُونُ الثَقِيلَةُ في قَوْلِكَ "نُرِيَنَّكَ" لِحُلُولِها هُنا مَحَلَّ اللامِ هُناكَ، ولَوْ لَمْ تَدْخُلْ "ما" لَما جازَ ذَلِكَ إلّا في الشِعْرِ.
وخُصَّ "البَعْضُ" بِالذِكْرِ إذْ مَفْهُومٌ أنَّ الأعْمارَ تَقْصُرُ عن إدْراكِ جَمِيعِ ما تَأْتِي بِهِ الأقْدارُ مِمّا يُوعَدُ بِهِ الكُفّارُ، وكَذَلِكَ أعْطى الوُجُودَ، ألّا تَرى أنَّ أكْثَرَ الفُتُوحِ إنَّما كانَ بَعْدَ النَبِيِّ ﷺ، و"أوَ" عاطِفَةٌ.
وقَوْلُهُ: "فَإنَّما" جَوابُ الشَرْطِ، ومَعْنى الآيَةِ: إنْ تَبْقَ يا مُحَمَّدُ لِتَرى، أو نَتَوَفَّيَنَّكَ فَعَلى كِلا الوَجْهَيْنِ إنَّما يَلْزَمُكَ البَلاغُ فَقَطْ. وقَوْلُهُ: "نَعِدُهُمْ" يُحْتَمَلُ أنْ يُرِيدَ بِهِ المَضارَّ الَّتِي تَوَعَّدَ بِها الكُفّارَ، فَأطْلَقَ فِيها لِفْظَةَ الوَعْدِ لَمّا كانَتْ تِلْكَ المَضارُّ مَعْلُومَةً مُصَرَّحًا بِها، ويُحْتَمَلُ أنْ يُرِيدَ الوَعْدَ لِمُحَمَّدٍ عَلَيْهِ الصَلاةُ والسَلامُ في إهْلاكِ الكُفْرِ، ثُمَّ أضافَ الوَعْدَ إلَيْهِمْ لَمّا كانَ في شَأْنِهِمْ.
والضَمِيرُ في قَوْلِهِ: "يَرَوْا" عائِدٌ عَلى كُفّارِ قُرَيْشٍ، وهُمُ المُتَقَدِّمُ ضَمِيرُهم في قَوْلِهِ: "نَعِدُهُمْ"، وقَوْلُهُ: ﴿نَأْتِي الأرْضَ﴾ مَعْناهُ: بِالقُدْرَةِ والأمْرِ، كَما قالَ اللهُ تَعالى: ﴿فَأتى اللهُ بُنْيانَهم مِنَ القَواعِدِ﴾ [النحل: ٢٦]. و"الأرْضُ" يُرِيدُ بِهِ اسْمَ الجِنْسِ، وقِيلَ: يُرِيدُ أرْضَ الكُفّارِ المَذْكُورِينَ، وهَذا بِحَسْبِ الِاخْتِلافِ في قَوْلِهِ: ﴿نَنْقُصُها مِن أطْرافِها﴾. وقَرَأ الجُمْهُورُ: "نَنْقُصُها" وقَرَأ الضَحّاكُ: "نُنَقِّصُها" وقَوْلُهُ: ﴿مِن أطْرافِها﴾، مَن قالَ: " إنَّها أرْضُ الكُفّارِ المَذْكُورِينَ" قالَ: مَعْناهُ: ألَمْ يَرَوْا أنا نَأْتِي أرْضَ هَؤُلاءِ بِالفَتْحِ عَلَيْكَ فَنَنْقُصُها بِما يَدْخُلُ في دِينِكَ مِنَ القَبائِلِ والبِلادِ المُجاوِرَةِ لَهُمْ، فَما يُؤَمِّنُهم أنْ نُمَكِّنَكَ مِنهم أيْضًا كَما فَعَلْنا بِمُجاوَرِيهِمْ؟ قالَهُ ابْنُ عَبّاسٍ، والضَحّاكُ، وهَذا القَوْلُ لا يَتَأتّى إلّا بِأنْ نُقَدِّرَ نُزُولَ هَذِهِ الآيَةِ بِالمَدِينَةِ. ومَن قالَ: "إنَّ "الأرْضَ" اسْمُ جِنْسٍ" جَعَلَ الِانْتِقاصَ مِنَ الأطْرافِ بِتَخْرِيبِ العُمْرانِ الَّذِي يُحِلُّهُ اللهُ بِالكَفَرَةِ، هَذا قَوْلُ ابْنِ عَبّاسٍ أيْضًا ومُجاهِدٍ، وقالَتْ فِرْقَةٌ: الِانْتِقاصُ هو بِمَوْتِ البَشَرِ، وهَلاكِ الثَمَراتِ، ونَقْصِ البَرَكَةِ، قالَهُ ابْنُ عَبّاسٍ أيْضًا والشَعْبِيُّ، وعِكْرِمَةُ، وقَتادَةُ. وقالَتْ فِرْقَةٌ: الِانْتِقاصُ هو بِمَوْتِ الأخْيارِ والعُلَماءِ، قالَ ذَلِكَ ابْنُ عَبّاسٍ أيْضًا ومُجاهِدٌ، وكُلُّ ما ذُكِرَ يَدْخُلُ في لَفْظِ الآيَةِ. والطَرَفُ مِن كُلِّ شَيْءٍ: خِيارُهُ، ومِنهُ قَوْلُ عَلِيِّ بْنِ أبِي طالِبٍ رَضِيَ اللهُ عنهُ: "العُلُومُ أودِيَةٌ، في أيِّ وادٍ أخَذْتَ مِنها حُسِرْتَ، فَخُذُوا مِن كُلِّ شَيْءٍ طَرَفًا"، يَعْنِي خِيارًا. وجُمْلَةُ مَعْنى هَذِهِ الآيَةِ المَوْعِظَةُ وضَرْبُ المَثَلِ، أيْ: ألَمْ يَرَوْا فَيَقَعَ مِنهُمُ اتِّعاظَ، وألْيَقُ ما يَقْصِدُ لَفْظُ الآيَةِ هو تَنْقُصُ الأرْضُ بِالفُتُوحِ عَلى مُحَمَّدٍ ﷺ.
وقَوْلُهُ: ﴿لا مُعَقِّبَ﴾ أيْ: لا رادَّ ولا مُناقِضَ يَتَعَقَّبُ أحْكامَهُ، أيْ: يَنْظُرُ في أعْقابِها، أمُصِيبَةٌ هي أمْ لا؟ وسُرْعَةُ حِسابِ اللهِ واجِبَةٌ لِأنَّها بِالإحاطَةِ لَيْسَتْ بِعَدَدٍ.
İster size onlara vaat ettiklerimizden bir kısmını gösterelim, ister sizi öldürelim; sizin göreviniz sadece mesajı iletmektir, hesap ise bize aittir. 00 Onlar, yeryüzünü sınırlarından yavaş yavaş azalttığımızı görmediler mi? Allah hüküm verir; O'nun hükmünü geri çevirecek kimse yoktur. Ve O, hesap vermede çok hızlıdır. 00 Onlardan önce plan kuranlara gelince, bütün planlar Allah'a aittir. O, her nefsin kazancını bilir. Ve inkârcılar, ahiretin sonunun kimin için olduğunu bileceklerdir. (00) İnkâr edenler, "Sen elçi değilsin" derler. De ki: "Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeterlidir; ve (kitap) bilgini olan da." (00) [Ar-Ra'd] [00-00]
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
“İster size onlara vaat ettiklerimizden bir kısmını gösterelim, ister sizi öldürelim; sizin göreviniz sadece mesajı iletmektir, hesap ise bize aittir.” “Onlar, yeryüzünü sınırlarından yavaş yavaş azalttığımızı görmediler mi? Ve Allah hüküm verir; O'nun hükmünü bozacak kimse yoktur ve O, hesap vermede çok hızlıdır.” “Onlardan öncekiler de plan kurmuşlardı, fakat bütün planlar Allah'a aittir. O, her nefsin ne kazandığını bilir ve inkârcılar yakında kimin için sonun geldiğini anlayacaklardır.” Ev. Ve inkâr edenler, “Sen elçi değilsin” derler. De ki: “Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeterlidir ve [kitap] bilgili olan da.” “Eğer” fiilden önce gelen ve “ma” ile başlayan bir şart kipidir. Bu nedenle, "Allah'a yemin ederim ki, mutlaka çıkacaksınız" ifadesindeki fiilden önce gelen vurgulu "lam" gibi bir işlev görür. Bu sebeple, "Size göstereceğiz" ifadesinde ağır "nun"u kullanmanız uygundur, çünkü orada "lam"ın yerini alır ve "ma" girmemiş olsaydı, bu şiir dışında caiz olmazdı.
Ve "bazıları" özellikle belirtilmiştir çünkü ömürlerin, kâfirlere vaat edilenlerin tümünü kavramak için çok kısa olduğu anlaşılmaktadır ve aynı şekilde O, varlık verdi, fetihlerin çoğunun Peygamber ﷺ'den sonra olduğunu görmüyor musunuz? Ve "aw" bir bağlaçtır.
Ve onun "o halde gerçekten" sözü, şartın cevabıdır. Ayetin anlamı şudur: Eğer sen, Muhammed, görmeye devam edersen veya seni öldürürsek, her iki durumda da yalnızca mesajı iletmekle yükümlüsün. "Onlara söz veriyoruz" ifadesi, kâfirlere yönelik tehdit ettiği zararlara işaret ediyor olabilir. "Söz veriyoruz" kelimesini kullanmasının nedeni, bu zararların biliniyor ve açıkça belirtilmiş olmasıdır. Alternatif olarak, bu ifade, Muhammed'e (sallallahu aleyhi ve sallam) küfrün yok edilmesiyle ilgili verdiği sözü ifade ediyor olabilir ve bu söz, onların durumlarıyla ilgili olduğu için onlara atfedilmiştir. "Onlar görecekler" ifadesindeki zamir, daha önce bahsedilen Kureyş kâfirlerine işaret etmektedir. "Onlara söz veriyoruz" ve "Ülkeye ineceğiz" ifadelerindeki "onlar" zamiri, Allah'ın "Allah onların yapılarına temellerinden geldi" [Nahl: 00] buyurduğu gibi, güç ve emirle anlamına gelir. "Ülkeye" ifadesi ise genel bir isim olup, "Onu sınırlarından indireceğiz" ifadesindeki farklılığa göre, kâfirlerin ülkesini kastediyor denmiştir. Çoğunluk "Onu azaltırız" diye okudu, Ad-Dahhak ise "Onu indiririz" diye okudu. Ve O'nun şu sözü: "kenarlarından," diyen kimse:“Bu, az önce adı geçen kâfirlerin yurdudur.” dedi. Bunun anlamı şudur: Bizim bu insanların diyarına sizin üzerinizde zaferle geleceğimizi ve sonra da kabilelerden ve komşu ülkelerden dininize giren şeylerle onu azaltacağımızı görmediler mi? Öyleyse onları bizden koruyan, sizin de onlara komşularına yaptığımız gibi yapmanıza olanak sağlayan nedir? Bu, İbn Abbas ve Dahak tarafından söylenmiştir ve bu ifade, ancak bu ayetin Medine'de nazil olduğunu varsayarsak mümkündür. Ve “Yeryüzü genel bir isimdir” diyen kişi, Allah'ın kâfirlere helal kıldığı medeniyetin yıkımıyla sınırların azalmasını kastetmiştir. Bu da İbn Abbas ve Mücahid'in sözüdür. Bir grup da şöyle demiştir: Azalma, insanların ölümü, meyvelerin yok edilmesi ve bereketin azalmasıyla olur. Bu da İbn Abbas, Şabi, İkrime ve Katade tarafından söylenmiştir. Bir grup da şöyle demiştir: Azalma, erdemlilerin ve alimlerin ölümüyle olur. İbn Abbas ve Mücahid de bunu söylemiştir. Bahsedilen her şey ayetin lafzında yer almaktadır. Her şeyin en iyi kısmına "taraf" denir ve bundan Ali ibn Ebu Talib'in (Allah ondan razı olsun) şu sözü gelir: "İlim vadiler gibidir; onlardan hangisini alırsanız, tükenirsiniz. Öyleyse her şeyden bir pay alın," yani en iyi kısmını alın. Bu ayetin genel anlamı bir öğüt ve ibrettir, yani görmediler mi ki ibret alsınlar? Ayetin en uygunyorumu, yeryüzünün Muhammed'in (sallallahu aleyhi ve sallam) fetihleri nedeniyle küçüleceğidir. "Kimse itiraz edemez" sözü, O'nun hükümlerini çürütecek veya karşı çıkacak, yani sonuçlarını, felaket olup olmadığını inceleyecek kimsenin olmadığı anlamına gelir. Allah'ın hesabının hızı zorunludur çünkü her şeyi kapsar ve ölçülemez.O, bunun bir felaket olup olmadığını, sonuçlarını inceliyor. Ve Tanrı'nın hesaplaşmasının hızı gereklidir, çünkü bu, kapsamlı bilgi açısından bir sayı değildir.O, bunun bir felaket olup olmadığını, sonuçlarını inceliyor. Ve